Kayıtlar

Ocak, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ÖLÜMLÜ KELEBEK

Aynı anda acı çeker ve Aynı anda acı çektiğini Hiç bilmemekle geçer İnsanın sergisi El ele dursa herkes Aynı anda son bulur dünya Kim bilir Gözler duvardan çekilir, yere düşer Toplu bir ilahi yükselir Dehşet ülkelerinden Beyaz beyaz sızılar yükselir Zehirli suyunu akıtır dünya Rahatlar Loki'nin kalbinden koca bir delik açılır, Evren yeniden oluşur Kelebek kanatlarında İğne uçlu ülkeler kurulur yeniden Acının dölüyle oynar durur zaman Adını hep aynı bırakır Hiç bilmemekle devam ettirir Bir tablosu kalır sergisinde insanın Hükümdar bir alıcı, ölümlü bir tabloya talip Kelebeğin kanatları tablodan taşmış İğne uçlu acılar Aynı anda batar durur Aynı anda acı çeker bir karınca Aynı anda acı verdiğini bilmeden Bitirir sergiyi Satılık bir tablo.

İÇİM GEÇMİŞTİR

İflah olmaz asilik gözlerime kaçan Anılarım ay ışığının esiri, çıplak tenli çığlıklarım Ellerinde kesikler yaratmak için zamanın Üstü açık dünyamdan el sallamak değil Zamanla benim derdim çiğ bir boğuşma Debelenme, kim haklı kim haksız savaşımı İçimde soğuk, kuruntulu fırtınadan bir kafes Kimse yok farkı budur belki, tekim işte sende olmayan Ölüm ayaklar altında gizlenmiş bir kar tanesi Beyazında kırmızı gizli giz dolu kuru bir el gibi Dokunma, hep bir temas etme hadisesi Sessiz maziden gelen bir gemi, yarısı batık Yarısı batık kalbime ve yalnızlık kalmış Bana bakan gözlerimde Yanlışlarımla yaşadım, yalnızlığımla yaşadım Zamana meydan okurken zamanın geçişini Soğuk bir kış günü anladım Ayaklarımda acı bir dram var, belli değil Gözlerimden akan tuzlu bir sıvı gibi sevmişimdir belki, Ellerime batan her gülün dikenini ve koşarken düşen her şeyi, Çocukken kurduğum hayalleri, içinden incir çekirdekleri Zamana meydan okurken zamana yenilişimi...

HİÇ

Unutulmuş gecelerimle Yastığa başımı koyuyorum yine Gündüzleri kramp giriyor yüreğime Geceleri ise felç oluyorum. Her yağmur sesinde gölgelerimizi anıyorum Dışarıya bakmaya korkuyor yüreğim Bir derdin olsa üflesen bana gelecek Gelecek demişken Nerede bu Gelecek Kandırdılar bizi                 Gelecek gelecek…

SOLMUŞ MAHKÛMLARIN KIRBAÇLANAN MASALLARI

Sonsuza ulaşacak kadar uzun bu zaman Sonsuzluk, kırbaçlandığında yarılan deri Sızı olup mahkûmlarını yaratan zindanda Bir kırbaç, iki, üç, dört, beş, on, on üç Ve zamanla dediler Zamanla Oysa zamanla geçmiyor Zamanla kapanmıyor Zaman aslında hiçbir şey yapmıyor Oturup denizdeki yansımasıyla Kendini aldatıyor Dünyaya yakalanma bahanesiyle Çıplak bir düş dönüyor içinde Yıldızlar ne garip, Zamana sarıldıkça batıyor Tutundukça siyah dokusuyla Boğazlıyor suskuyu Çöküntülerle insana bürünüyor mahkûmiyet Kronos’un oğlu yutulmaya mahkûm Göz ucuyla bir son bakış gökyüzüne Bulutlar yere değmiş, sürüngen bir kadın Ceset dolu özgürlüğün yanında kıvrılı Sonsuz, hırpalanmış bir kalbin üstünde Terk edilmiş yansımasıyla birlikte Soğuk bir luk kalmış avucunun içinde Tüm luk avucunun içinde sığıvermiş Masal hep yarım, hep çocuk Lukta kalmış Mahkûmiyetten geriye bir isim Solmaktan taşlaşmış çiçek duvarının Üstünde zamana inat Yazılı ...

SOĞUK

Gecede bir değişiklik var Ay ışığı sallanıyor hafiften Yıldızlar kaymış sandalyelerinden Rüzgâr üflüyor biraz dertli Kasvetli gece örtüyor şal gibi sırtımı Isınacak yerde, üşüyorum Durulacak yerde, içiyorum Susulacak yerde, konuşuyorum Susunca ağlamak geliyor Masaya vuruyor yumruğunu   Sırtımı dayadığım dağlar ‘Bu masada ağlanmaz!’ Öyle ya! Yan masaya geçiyorum.

İÇİMDEN

Nasıl demek istersen öyle bir insanım Bazen ufuk çizgisini parmağıyla takip eden Bir baştan öte tarafa kadar hiç kaydırmadan Kimi zaman kuşları denizaltıların üstüne konduran Mahalle arasından deniz kenarına koşup Çocukların bisikletlerine el koyan haydut Geceleri parmaklarım ufuk çizgisini arıyor Telli duvaklı gelinler yol soruyor Beşik kertmelerini arıyor kediler Sokaklar tarihin sessizliğinde kuzuları kovalıyor Bense oturup bir masanın başına Yazıyorum bir sonraki sana sensizliğin içinden Çekmecemdeki dolma kalemin içinden son mürekkep Damlıyo r Gözlerimin içinde siyah siyah inciler Denizkızlarının gözlerine varana değin yuvarlanıyor Tıkırtılar cama vuruyor bir balıkçı barakasında Denizkızları gülümsüyor bana Yirmidört saat Bindörtyüzkırk dakika Seksenaltıbindörtyüz saniye Ve her salise Islanıyorum yüzgeçlerimden kılçığıma değin Bir şey saplanıyor İçimden bir ömür geçiyor ılık sulara

YARALI BİR MATEM

Öksüzlüğün son demi Ağzı süt kokan bir köpek yavrusu Ve altısı yan yana dizili Altından girip üstünden çıkacak Sonra yalanacak amansız Bir liman arayışında yenik Çelimsiz ve bir o kadar çaresiz   Görenlere gariban Herkese karşı alınan bir istihkâm Sokak düğünü öksüzlüğün Beşi bir yerde ayrılmamış Takılmış boyna İrem bağı Yaralı bir matem kalan geride Gafletle akıyor kalabalık Eller geride Yüzler ileride Duruşlar dik Ve karanlık çökünce sol göğsünüzün üstüne Tabi seversiniz geceleri Yaralı bir matemin gözyaşları yağıyor üstünüze.

ISIRGAN

Kalabalıktır tek kişilik koltuklar Bulutlar boğar beyazıyla onları Nasihatler yağdırır gecelere sabahlar Tımarhaneler raylar arası Merdivenlerin vardığı çıkış noktasında Soluk soluğa insanlar Terli sırtları kambur hayatları Önümü ilikliyorum Bir palto yürüyor şimdi sokakta İçi boş bir mezar Gogol’dan kalma Hırçın bir rüzgâr esiyor, soğuk duygular Yalvarıyor insanlığımız -Durun artık ! Paldır küldür ısırıyor ısırgan otları Yok oluyorum ağlamaklı aralarında Yırtık bir buluttan sarkıyor damlalar Islak zeminde kayıyor umutlarım Ruhuma açılan delikten nice acılar sızıyor istemsiz Elim cebimde, cebim başıma üşüşmüş anılarla el ele Sahilin yolunu tutuyorlar öylece Gün batımında alevleniyor özlem Ve gün doğumunda batırıyor çığlığını yalnızlık Vapurlarda dolanıyor ılık bir ruh gibi bedenim Bir yakadan ötekine Simit kırıntıları içime işliyor Dalgalarımla savruluyorum Eminönü’ne Sonra denize bir bakış bırakıp Koşuyorum kenarlarını hayatın- çar...