Kayıtlar

Ekim, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

SİSİFAH

Bu yokuşlar bazı zamanların En dik yokuşları Kayamızı tepeye çıkarsak O yine düşüyor en dibe   Ne öncesi ne sonrası Ne bizden de sonrası Kayanın tepede kalası yok Kimin ahı tuttu bilemem   İçimizdeki savaşların Bir ahı olsa Bizim gibi bir canlıya Tutar mıydı o da meçhul   Ne ah ne vah Biz kayaya temas etsek Kayada kendini parçalar Ah!da

KARABATAK

Açık bir yaranın içinde yüzüyorsun karabatak Açık bir yaranın içinde kalma korkusuyla Bir adım geri çekilen bizlerin aksine, en dibe iniyorsun Bulduğun o irice sızıyı yutmak için Saydam bir yüzeye çıkıyorsun Gözlerini hepimizin üstüne dikiyorsun İnce ince teyelliyorsun bizi birbirimize   Biz çabuk koparız oysa, çabuk dalarız rüyalara Senin bedenin bizden daha renkli karabatak Sen o sızıları yüreğinle avlıyorsun Bir adım geri çekilen bizlerin aksine Kanın sıcağında ısınıyorsun kanın çekilse de Derine derinlerinden bağlılığını sunuyorsun Bize aldırma biz korkuyorduk, korkuyorduk Sonu gelmeden, bir sonraki açık yaramız için   Korkuyorduk Hakikatleri öğrenirsek düşünmemiz gerektiğinden Hakikatlerden korkuyorduk, Mli Cli Fli Sli kelli felli Daha nice harfli casusların zihnimize sızmasından   Zihnimizin kendine isyan edip Yeni yeni akımlar türetmesinden Şu anki iktidarının devrilmesinden korkuyorduk   Soğuktan, sıcaktan, de...

NASILSA MUTLULAR

Bazı şarkıları rüyamda dinliyorum Sesini hafif kısıyorum ama Rüyalar bile ürkek, oysa son sestir huyum Dışarıya bilincim kar manzarası Kalbim iki renk sıklamen koyuyor   Yürüyen birilerini görüyorum Başları eğik, yüzlerine bakmıyorum Nasılsa unutacağım Nasılsa mutlulardır! Ve sürekli yazıyorum   Karanlık şeyler yazasım geliyor Dünyanın üstüne lamba koymayı Unutmuşlar, açamıyorum kendilerini Düğmesini bulup da Boş veriyorum   Uyanmak karları eritir diye Uyanıp uyanıp uyuyorum Sıklamenler soğuğu sever diye Kıştan yaza geçeside gelmiyor kalbin Yalnız bırakmak adabıma ters   Adabım, evet çoğu zaman Kendileri de bana ters Bir rüyada hapis kalmak gibi Bir çaresizlik yaratıyor Belki ona göre bu bir çaredir   Uyandığımda, Olur da bulursam o çareyi Söylemeyeceğim  Uyandığım yerde nasılsa Mutlular!

ODAK

Bir odaya savruldum Duvarları olmayan duvarlı bir odaya Her köşesini adım adım adımladım Damlattığı yerleri tek tek belledim Eski kalem izlerini, satır satır ezberledim   Ayak seslerini, tiz gürültüleri zamanla bastırdım Kendimin yokluğunda kendime sığındım Zaman bir kavramdı, vardı, akıyordu oradaydı Ben uzayıp giden bir günün içindeydim O uzayıp giden bir yoksulluğun kenarında   Saatler vardı, dakikalar vardı, saniyeler bile vardı Düzenli bir düzensizlik, benden bir duvar uzakta En düzenli haliyle sızdırıyordu hane halklarının üstüne Uzayıp giden bir yoksulluğun içinde Bana tüm yoksulluğuna rağmen caka satıyordu   Umudumuz vardı, onun cakasıyla birlikte bir umudumuz Onun cakası parlatılıyordu, en parlatıcı parlatıcılarla Benimki benimle aynı kütüğe sahipti Betona sıçramış boyayı kazır gibi kazıyorlardı Eski kalem izlerinin üstüne satır satır eklendim Bu odanın a-odağı bendim.

KARANLIKTA KESİŞİR

Yürürüz İçimizi dökmek için karanlığa Yürürüz Birden durup Karanlık bir sokak arasında yürümemizin Sebebini sorarsanız Cevabım, boş gözlerle size bakmak olur Belki gözlerimi kaçırır Sadece yoluma devam ederim Ya da hiç merak etmez, sormazsınız Sizde bir yan sokağa dalıp Sessizliğe karışırsınız Karanlığımız kesişene kadar Yürürüz..  

ONLARLA GİTTİ

Öyle çok gittiler ki Geçmişin kirini bilen kimse kalmadı Öyle güzel gittiler, öyle sessiz Dersin geçmişin tüm kiri, pası Çirkinliği, sızısı hepsi Onlarla gitti   Öyle çok gittiler ki Kimseye kalmasın ister gibi Bir iblisin ölüme çağrısı Kimseye kalmasın siyah Tüm siyahlar Onlarla gitti   Elimize bırakmamak için Masumca acıları Yüreğimizin üstüne bir öküz oturacağını Bile bile Büyümeye çalışan çocukluğumuz Ve ürkekliğimiz Onlarla gitti   Ama unuttular Şimdi sivri dişli zaman kadar keskin Acı kadar zamansız Mutluluk kadar haşin Yüreğimizin üstüne Kirli bir el oturacağını bile bile Tüm sevgimizde Onlarla gitti   Kirli bir el Oturduğu yerden kalkmayan Ve tuttuğu yeri bırakmayan Kirli bir el   Kendimize hiç göstermediğimiz Merhameti ve kaybettiğimiz sevgiyi Avucunda bir avuç yem gibi tutan Kuşlar evet Onlar da gitti 

DALGALAR

Dalgalar arasında emekleyen Bir gemi fısıldıyor kulağıma Bu dalgalar bana asi, bana hoyrat Cüssem yetmiyor, yenemiyorum   Uzakta bir kara oturmasına müsait Oturup dinlense, hayat ağacını görse Altın yapraklarından koparsa Kararmış bedenini yamasa   Öyle ya konuşsa, Bir kere de konuşsa, fısıldamasa Limanlar arasında değil de Sadece bir yerde dursa, yapraklar açsa   Öyle yapraklar açsa ki, hayat ağacı kıskansa İnsanlık sadece kendine tapsa Yerle gök ondan sorulsa, Ve en asil ruhlar   Ve bir gün umutla beklediği olsa, karaya otursa Dinlenmiş, sakin ve mutlu olma anı Gövdesinden sarı renkte cümbüş akmalı Başı dönmeli, tanrılı bulutlar görmeli   Biri tırmandı önce güvertesine Sonra bazı bazı sesler gelmeye başladı Ardından tek ayağında bir sızı hissetti Başı döndü, başı dönmeliydi   Tanrılı bulutlar görmeliydi, Dövmeli sözler işitti bam bam Akmakta olan kırmızı akar oldu   Başı döndü, kalbind...

YOK

Bırak gökyüzü yerde kalsın Düşmesi hep an meselesiydi zaten   Yer altından çıkan sisi süpürme Sis olayım, buğulu gözlere biraz da Ben dert olayım   Varlığımı yokluğumun içine kat Hep yok olayım, yokmuşum olayım Masalların başında hep beni an Bir yokmuş ben olayım

TARLA FARESİ

Eski bir türkü geldi aklıma Anonim, dinleyeni kimdi diyeceksin Söyleyeni oldu, ki o da anonim Sonra nasıl oldu bilinmez Dünyanın en nazik dudaklarından Dokuz harflik küfürler sökmeyi Başardı bu hayat, dokuz harflik O küfrü bir tarla faresi üstüne alındı   Gece kulaklarımızdan ısırıldık Dudaklarımız dokuz harfin eşiğinde Ayakta davet edilmeyi bekleyen Misafirin ürkekliğinde, gözleri beklentide Beklentiler tarla faresi, beklentiler Hepimizi çok ısırdı Koltukların üstünde zıpladık, en cesurumuz Eline ne gelirse alıp, ki terliktir o Yine de yerde hoplayanı olurdu   Sarsılmaya başladık tarla faresi Dokuz harflik küfürler dokuz sekizlik hal aldı Biz tepindik, dünya tepindi Sende aramızda bizle tepinmiş olmalısın Tarla faresi, beklentilerle tepinmiş    Bir tarla faresi

AY

Ay, gökyüzünün ölümlülere bakan yüzü Işığından sonsuzluk bekleyen, bir de öte dünyaya Kafa tutmaya çalışan, geleceğe umutla bağlı ve Bağlı olmasına bağlı ama varlığının tek anlamı Yok etmek olan ilkel bir zaman kabilesi İnsan Var olmakla başlayan hikayesinin sonunu Nasıl oluyor da hep yok etmekle bitiriyor   Var etmeyi maketten bir uçak sansa, maketten bir gemi Maketten olduğu için sorun olmasa gerek olurdu       Var etmek bozulup tekrar ve tekrar ve tekrar Yapılan lego parçalarından ibaret olsa Ben lego parçalarının çoğunu kaybederdim, ne şans Parçaları tamlayamadığımdan var etmek Üstüme vazife kalmamış olurdu ve büyük ihtimal Zaten üstüme vazifeleri sıralayan Başka oyunlar bulunurdu   Bu oyunların bir bedeni olmazdı ama Nasıl olurdu bilmem, üstüme tam otururdu Ve hep bir bedeli olurdu Ay, yeryüzünün zulüm görmüşlerine bakan yüzü Herkese düşen çaputlarınla, sende yalnız bırakır mıydın Tek başına kapanıp ...

İSTEMEK

Ellerimi gezdirmeden  Duvarın soğukluğunu anlayamasam da İşittiğim sözlerin soğukluğunu  Hissedebiliyordum Öyle ki bu iki yüzlü Tek kalpli varlıkların  Bana ne anlatmak istediğini  Anlamadan tüketebilirim kendimi Yüzümü bugün gülibrişime  Yarın kış gelir olur da  Bir ardıç ağacına yaslarım Dinlerim, gerçeği dinlerim  Yerin altında kim kaldıysa  Yer üstünde bizlere anlatmasını  Geçiciliğin bizi bizden bile önce Bulacağını anlatmasını isterim.

MEDUSA

Bağırmaktan değil Sevmekten kısıldı sesim En çok ben, onlar değil En çok ben herkese ve her şeye Seni seviyorum dedim Bundandır hep, bundan kısıldı sesim   Nefesim kısılmadı, kesildi Sevgi davası, hisler, düşünceler Onlar, bunlar, sızılar Anlık sürtüşmeler değil Gerçeklere adım adım yaklaşmaktan Bundandır hep, bundan kesildi nefesim   Hevesim kursağımda duygularını Duygularım zihnimde sevgilerini Sevgilerim zamanla insanlığını İnsanlığım zamanla benliğimi yordu Benliğim, eğilip alamadığım yansımam Gözlerim taşa çevirdi onu   Bakmaktan değil, görmemekten Görmemekten ve yıldızları tanımamaktan Yolumu kaybettim                                                       ...

DÜŞÜNCE ÜLKESİ

Her şey küstah oyunlar silsilesi olup çıkmıştır. Ve herkes delidir, en az senin kadar delirmişlerdir. Senin kadar içten delirmeseler de delirmişlerdir. İçin bir garip olur, bunalırsın. Sonra sende oturur içinde ikinci bir kişi yaratır, bir bardak daha fazla kahve içip ona ikramını sunarsın. Yine bir gün ikramını sunarken kahveler kahveleri kovalar, laf lafı açar, ama kapanmaz. Sonra duvarlara bakarsın, ne çok duvar varmış… Düşünürsün, içinde biri diğerine çelme takıp düşürene kadar düşünürsün…

SORUN

Zaman öyle hızla geçerken Yapamadıkları ve yaptıklarının harmanında Kavrulup duran yüreğini soğutmak İnsanı kış ayında karları eriten iki ayaklı bir Canavara dönüştürür   Öyle erir ki kar Bir daha yağmayacağına yemin eder, gider Yüreksel ısınma, canavarı zayıflatır Kızıl bir okyanusun içinde çaresizce Derisinden ayrılan son umut parçasını Damlaya sığan okyanusa çevirir   Ne balinalar, ne yunuslar katleder Canavarın canı yandıkça can yakar Can yaktıkça kana susar Döngü kısrak gibi koşar gider Islak otlara basa basa, ıslak ot kokusunu da Kendiyle birlikte alır gider…   İşte bu hepimiz için Koca bir sorun..

GÖZ

Buzlu kestane rengi tabak Tam önümde, İçinde kalan son lokmam Sıyırıyorum, yüzünü yansıtıyor Gözlerinin yansıması Arkamdaki duvara vuruyor Buzlu kestane rengi Yok diyemezsin var Var öyle bir renk Kalbi buzlanmış insanların Gözleri de buzlanır Korkutur beni bu yüzden Buzlu kestane rengi tabaklar.

BOŞLUK

Gülmek sade bir aldatmaca Yıldızların kamçısı Zamanın belinde bir el Saklı kalmış yanlışlar geçer önümden Kısık gözlerimi daha da kısarım Görmek zulüm olmuş her ay kavruluşunda Gelen geçen yakar sözlerini, içimden geçirir iplerce Ben yere bakarım Boşluk Ebedi   Bir tutam tohum ektim sevgime   Filizinde seni aradım Sokak araları daralıyor zamana karşı Yanlışlara günahlar eklenmiş şimdi Çaresiz ellerimi gözlerimde bağladım Dizlerim tutmazken ipler içimde bir yerlerde Düğüm Ben yere bakarım Boşluk Ebedi   Halime gülüp geçtiler Ellerimi açamadım Mendilim yanlış anlaşılmış Herkesin içinde bir yerler Halime acımış Mendilim önümde seni aradım Bulamamak bana özgü değil   Ben yere bakarım Boşluk Ebedi   Kaç yıl sürdü bana özgü öyle ki Baktığım yerden beyaz bir çiçek açtı Herkesin elini tutmak geliyor içimden şimdi Ama ellerimi değdirdiğim her el ürkek - korkak ve yılgın Çaresiz ellerimi dizlerimde ...

SAATLERİ AYARLASALAR MÜBAREK

Öyle dengesizim ki bazen diyorum İlk beni kursalar akrebimi yelkovanımı doğru yerlere İlk ben ayarlansam zamana Cismi bir can bulsam Doğru zamana ayarlasalar ‘Mübarek’ olsam   Asıldığım duvarların rengi fark etmezdi Yaşamdan eksilttiğim tüm saatler için Tek tek dolaşır el öperdim Eteklerine kapanırdım Her kırgın yüz hattının   Geçtiğim yerlerden çiçekleri soldurmadan Ağaçlara ve çocuklara dokunmadan geçerdim Yaşlı gözlerin odalarında yer kaplamaz Zamana düşman etmezdim Öyle dengesizim ki bazen diyorum Doğru zamana ayarlasalar beni ‘Mübarek’ olsam

DURUYORUM

Koşuyorlar, duruyorum İçimde acı su birikintilerine Basa basa koşuyorlar, duruyorum Acelesi var onların, duruyorum Kazanıyorlar, ben mi kaybetmiyorum Öylece duruyorum   Salkımdan düşen son üzüm tanesi Kahvaltının yarım bırakılan demli çayı gibi Dibinden bakıyorum hayata Demindeydi tadı, tadını alıyorum Yukarıyı görebilmem için Dibe inmeliydim, en demine   Buradan her şey daha rütbeli Hüzünleriniz bile, acılarınız Bilinmez, görünmez büyük büyük acılarınız Meraktan mıdır tadından mı Bu kadar acı çektik de ne oldu sanki Hala rütbesiziz, tüm apoletler Düşmanın omzunda.