Kayıtlar

Mart, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

BİR BULUT TOPRAK

Karanlık Benim gözlerim yanıyor Tüm çırpınışlarım bir yudum an için Sabah güneşine kanatlanan ruhum Aydınlık beni korkutuyor Aydınlık senin ölmeni anımsatıyor   Sözü var; Toprak, yağmur adında bir parfüm kullanacak Senin için hep güzel kokan Can suyu olmadan filizlendi özlem Kalmak çaresizliği bulutları besledi Geçmişin yankısı gözlerimi   Ellerim cebime emanet Uzun bir yürüyüş vakti Hep bir yankı, hep bir uğultu Bulutlar hep yağmur yüklü İşte ben bugün yağmur yüklü O-bulutların altında ezildim Güneş açtıramazdı ölüm.

YARIM

Tüm saçlarını kesmen gerekir bazen Bütün dertler üstüne koku olup sinmiş Gizlenmiş her köşesine tellerinin Üşürsün, soyunursun yalnızlığa   Önce yaşanacak hayaller doğar Sonra yaşanacaklar Örtemez biri diğerinin üstünü Birinin üstü hep açık kalır   Gece gölgen terk eder seni Sabah önceki gecen, ne fark eder Sonuçta tüm terk edişler aynı Güneş batınca üşümek biraz

ATMA KALBİM

Anlık bir tanışmaydı su üstünde Anlık bir tokalaşma yüzgeçleriyle Islak ve kırılgan Büyülü bedenlerin bitkin yosunlara sarılmış hali Özlediğim tüm anların ansızın yüzeye çıktığı Kaybetmenin kaybedilenle eşitlendiği Anlık bir tanışma   Ne hayret edilesi bir sesin vardı Ne hayret edilesi Ne yol yorgunu bir ses Alışılmadık, alışmak istemediğim Alıştığımda sıradanlaşacağını bildiğim   Tüm sular sessizce çekiliyor Tüm ışıklar sönüyor, korkmalar başlıyor Yeniden uzaklaştık Aramıza dağlar girdi İki kutup olduk Bıraksalar çekeceğiz birbirimizi   Anlık bir tanışma kalacak izimiz Sular titrek Solgun birkaç nilüfer yaprağı Geçip giden yosunlu takvimler Okyanus dolusu şahit Ve Tüm şahitler huzurunda Hala atan kalbim   Atma kalbim attığın her yer soluyor

DİKEN

Çiçeğe nasıl açtığını değil Neden solduğunu sorsalar Güneş mi dertlenir Toprak mı diyor zaman Kışın mı açmalı bir çiçek mesela Yazın ortasında mı açmalı fütursuzca Zamansız sorular bunlar Zamanım yok.

HİNDİBA

Beni bırak savursun rüzgâr Düşeyim Pateriça koyundan Denizin orta yerine   Ellerimde zeytin dalı Damağımda tuz Dar bir geçitten geçiyoruz Zordayız   Ne zeytin ağaçları Ne dalları geriye Tuz buz olmuşuz geçiyoruz Bilindik bir gerçekle   Hindiba tohumlarıyla çoğalır Biz ölüyoruz, evet Önce insanlık öldürülür Sonra insanlar ölür   Karşıda Ay Işığı Şaşkın, denize karşı Boğulan hindibalar Elleri dalgalara sarılı     Beni bırak savursun rüzgâr Düşeyim -tutma Pateriça Sonumu biliyorum.

BİR ESİNTİ

Yaprak yaprağın üstüne düşse de Yaprak yaprağa küsmüyor Ağaç dalından düşmekten değil Yerde yalnız kalmaktan korkuyor   Kimisi kuruyup savrulmakta Kimisi olduğu yerde çamurda Bir diğeri ne kurumakta ne savrulmakta Sadece düşerken ki esinti

HESAP

Yabancıymışım hayata Hep lafügüzaf ve anlamsız Biçare kalmışım Tevekkeli ömrüm boyu kıvranışım   İçimde yeşil bir masa örtüsü kirlenmiş Üstünde bazı lekeler çıkaramadığım Sevgimle çitileyip, nefretime batırdığım Ama bir türlü çıkaramadığım   Son yük omuzlarımda fazla ağır İndirmeliyim bu yükü, nefeslenmeliyim Sonsuzluğu toprakla içmeliyim Bu yabancılık bitmiyor   Kahvenin telvesini içiriyor hayat Son demlerini, son günlerini ve son özlemleri Zaten ağız tadıyla içilmiyor Hatırı sayılmıyor artık-  

ZAMAN ŞARKISI

Azalıyoruz gitgide Zaman bile kıskanıyor Günler nefesimizden uzun Biz hızla geçiyoruz   Geçmek Bir yerden başka bir Yere gitmekse Biz geçemeyenlerden   Ben geçmeyi beceremeyen Sen geçmek istemeyensin Bir nakaratta takılı kaldık Bir zaman şarkısında   Şarkının sonu belirsiz O sona nasıl benziyor halim Bir el değiyor saçlarıma Saçlarım, yorgun yapraklarım   Dökülüyoruz birlikte..

GÖSTERİ BİTTİ

Denizin derinliğini düşündükçe Ufak bir dalga tutar omzumdan, sarsar Bak! der   Gözlerim göklere bakar, derinlere inat Şu sırasız sayıda sırasını şaşırdığım bulutlar Ne zaman doğduklarını bilmem kuşlar   Sol yanımdaki uçsuz arazi Ve arkamdaki dağların en tepeleri Ne aciz kaldım sizlerin yanında   Ne basit   Bir sıfat bile yakışmaz benden önce bana Gösteri bitti! diyor cama konan sinek Otobüsün camından el sallıyor kanatları   İçim bir sandaldan karşılık veriyor   Kanatları beş parmaklı, iriceden hallice Farların ışıklarını yansıttı cılız kalemime Gösteri bitti! yazıyorum sona   Soğukları, sıcakları Esintileri, sınırları, yıkımları -insan yıkımlarını, çaresizliğini   Çaresizliğimiz, bir kitabın arasında Kalıbı yok Yayılıp duruyor içinde insanlığın   Solduruyor   Denizlerin yollara taşmasını istiyor sinek Denizler taşın! yazıyorum sondan bir önce Ne hükmüm varsa, hepsiyl...

AÇMIŞLIĞIM YALAN BU DÜNYADA

Kaldırımın kenarındaki çiçek gibiydim hayatta Kaldırım taşları bakıp alaycı, iç geçirmeler basanların Bir çocuk bakardı sadece bazen dönüp Bazen saf liseli bir âşık Kaldırımın kenarındaki çiçektim işte Şükürler olsun göze batmadım Koparılmadım kökümden Çiçekçilerde bir gencin eline geçmedim mesela Üç günün hevesinden, vazoya tıkıştırılmadım Ve şimdi bir okyanusun ortasında buldum kendimi Dört köşe adanın, en ücra köşesinde açmışım Saçlarım çok derinlerde Gözlerim çok derinlerde Ellerim, ellerim kanlı savaşlardan yorgun Hepsinden kaçmışım Tüm evlerden, dükkânlardan, kaldırımlardan… Oysa ne kadar kaçarsam kaçayım Hep daha geniş bile olsa Bir vazonun içine açmışım Açmışlığım yalan bu dünyada

ASİL ACI

Artık içimi bir ademoğluna ya da kızına değil Önümden akıp giden yıllara döküyorum  Bir sürahi nasıl dolarsa öyle doluyor gözleri Yıllar ağladıkça ben anlaşılıyorum Şu hayat mutluluktur tasvirleriyle Çerçeveli, renkli gözlük takan  İki üç televizyon kanalı ve Birkaç umursamaz kitabın Umursamaz yazarlarının ağzıyla konuşup Akıl veren ademoğulları ve kızlarının çokluğu  İçimi karartıyor, yağmur öncesi havası gibi İçimde nemli rüzgâr esintisi ve Huzursuz, hırçın, öldürmeye susamış Kötü bir canavar, pençelerini çıkartıyor Yaşamak bir kedinin başını okşamak gibi Biraz sevgi biraz şefkat istiyor  Biraz guruldamak istiyor, anlaşılmak Oysa o kedinin kuyruğuna basıp  Karşısında pembe şekerlemeler uzatıp Neden mutsuzsun diyorlar, neden  Acı, kirli gözlere görünmeyecek kadar Ve insanlığını öldürecek kadar cani olana  Kendini sunmayacak kadar asil  Duruşunu bozmadan çekiliyor içi Şu hayat mutluluktur tasvirleriyle Çerçeveli, renkli gözlük takan Mutluluk mutsu...

TÜNEL

Hüznün çimenlerine uzanıyor kalbim Ve el çırpıyor gökyüzüne Yüzlerce mil derinden   Yol derinleşiyor kendine has Kuşların kanatlarına doğru Geriye göz ucuyla bakmak Metal tadında bir sessizlik Ve boş bir anlam arayışı Nemli, toprak kaplı yapraklar kalıyor   İnsan, tünelinde bir ışık sönerse Diğer tüm ışıkları söndürüyor Geriye dertli bir zemin   Zemin üstünde akan nehir Nehrin serinliğine kendini bırakmış İçi geçmiş bir zaman Yankılı bir izdiham Huzursuz yaprak izleri Ve kuru, kusurlu kalp sesleri kalıyor

DÜZE

Öyle yorar ki insan Hayat yordu sanırız Yüzsüz beden çürür Ruhla anlaşamaz Ruh ölüdür zaten, beden Sadece çürümesini hızlandırır   Ruh en ölü haliyle bile hep Anlaşılmayı bekler Beden geri çekilmiş izler Hemera Tartarus’dan ayrılır Onun yerine asil renksizliğiyle Anlaşılmamış ruh gelir   Acıyı ezip sağanak yağdırır Açan yoncaların hepsi dört yaprak Hepsi dördüncü yaprağından mesul Mesuliyetin ağırlığıyla boyunları İnce ve zarif boyunları sızı içinde Dökülmek zamanı, düşmek   Öyle bir durum ki Ya düşmek Ya da sadece ipte yürümek Düze çıkmanın imkansızlığının kabulü Sonsuz yolun ucunda Bir ışık görmenin umudunu bile taşımadan   Tartarus yuvadır artık