Kayıtlar

Ağustos, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

VATİSTAN

Buradasın İstanbul, boğazını sıkıyorlar Uykularımız benziyor, uyanmalarımız benziyor Kozalaklar yerde yuvarlanadursun Yıkılan binaların sarsıntısıyla uyanıyoruz Tellal geçiyor sokaktan, sevabı kefeninde Kendine göre masumluk savaşında Ellerini cebinden çıkarmadan bakıyor Bakıyor tek tek yüzümüze, sorarcasına   Düşümüzde bir gemi serserilik taslıyor Metal konuşuyor, biz nutkumuz tutulmuş Ne kaldı gelmeyen başımıza dercesine Cama vuran sinekle vuruşuyoruz Sinek doğduğuna pişman, iki kafadar Gövdemiz hırpalanmış yere yığılıyoruz Vızıltı sesleri birbirine tekme atıyor Kasılıp kalıyoruz düşmanın limanında   Ne zaman çıksa insanlığım tek başına Gündüzleri bıçaklıyorlar, yol ortasında Öylece herkesin gözü önünde Seslerin çokluğunda sessizlik çöküyor Sessizliğin çöktüğü yerde insanlık ölüyor Yalnız kaldın İstanbul Ölü bir laf saldırıyor sana ‘insanlık’ Uyumalı belki uzunca dik bir yokuşta   Buradasın İstanbul, dünyanın en uzak...

PUT

Örümcek ağlarıyla sarılı kafanla Örümcek ağlarıyla sarılı kafamı Kadeh sanıp tokuşturacaklar Ağlarımız birbirine karışınca Ortalık karışacak Söyle ki Haberleri olsun   Ağları onlar değil Narin iki örümcek örmüştü Birbirlerine inat Ama bak bunu söyleme Bilmeseler de olur Kadehler kırılmasın Yazık olur hahama   Yolda susuz kalana Şarap ikram edip Üstümüze salma haham İçimiz zaten putlaşmış Milyonlar içimize tapıyor Ama sen bunu Bilmesen de olur   Çekiç sesleri kafamda Susmuyor Susmuyor içten muhabbeti İçten içe  İçimizi kırıyorlar İçimiz kırılmaz sanıyorduk Boşlukta kırılırmış   Anlık dertleşmelerde buluşalım Gerisi teferruat, bırak gitsin Peki Bıraktım gitti Hep bıraktık gitti Bir nefesi bırakır gibi Nefes ki, öyle değersiz   Gerçi Gerçi Onu bırakamayanda var Bir puta tapar gibi Çekiç işlemez Peki Bu gerçeği de bıraktım     gitti

K-AYIP VAR GECEDE

Lanet gibi bir gün-den Lanet gibi bir gün-e Uyanmadan bir gün önce   Bu dünyada Zaman bile geçmedi Geçmesi değildi önemli olan  Nasıl geçtiğiydi Boynun tasmasıyla Hırlayarak Tepesi atmış, hali perişan Yoldan geçen ayyaş gibi  Geçseydi  Durmasından iyiydi Ama o Yerinde çakılı kaldı Elinde hayali bir put  Kafası Avrupa seyahatinde Üstünde beyaz, ince çarşaf  Aklını incitmişler belli  İlerisi ve gerisi arası  Adımları ve sonrası  Her günün sorgusundan  Bıkkın  Bıkkın zihinle kanmak  Kanmak en tehlikeli yalana  -En tehlikeli yalan  benim geçmemdi. der  İğneyi vururuz  Hayaller kapıları kırar  Gösterilen gerçek değil  Zihnin ötesi, hissin fazlası  Kalbin yüz kat olanı  Anlar belki -Kalbin kaç kat?  der  -Kalbin kaç kat? İğneyi vururuz  Zaman sorunumuz var!

YİNE SOĞUK

Gün Karanlık, aysız geceye nasıl döndü? Ve ben buz kaplı hislerle, ölçüsüz adımlarla Sonsuz sandığım ormana nasıl girdim? İzbede bir mezar taşını Ve mezar taşının devamında diğer tüm taşları ne için keşfettim?   Elim kimsenin bilmediği kirli bir harfin üstünde Harfin altında kısa kesilmiş not: Acıdan ölmelisin Acıyı yenmek için. Dondum Acının anlamı neydi? Unuttum   Açlığı unuttum Aşağılık ne demek Haysiyetin yoksunluğu! Merhametin köksüzlüğü! Ölümün manası Unuttum Dondum   Uyandırılamadım

SENLİ BENLİ

Sesleniyorum sessiz sedasız, nasıl seslenmek… Mevsimlerin geçtiği her yoldan, avazım çıkmayıncaya Eski tüllerin arkasında yeni şeritli yollara baka baka Cuma akşamları teneke kadehleri çalar meyhanemde Cümbüş var, ayrılık düşmüş haneme gel sende Camgüzelleri bugün daha canlı Ayını bekliyor hepsi cam kenarı kafeste Ellerinde biletlerle gel, senelerin peşinde   Cumartesi sabahı dağılacaktık nerede kaldın Geçemedin mi gecenin bile içinden Sade benim nefesim mi kolaydı geçilesi? Meyhanemde sana küstü, mevsimlerimde Kaçırdın cümbüşü saklı kaldı içimde Bir kitabın arasına koyduğumuz Gezi notları ve biletler gibiyiz Eskiyene kadar arada kalıyoruz     Dert etmesek mi atılan tüm tekleri Kılçıksızdır belki bu hayat Öylece lüp diye gidiyordur boğazdan Gemileri bile sollayarak Azalıyor içimizde zaman kadar İyi olan yan, düşünmekten bunlar Düşünüyoruz ama bak İki yenik bir şişeyi dolduramadık   Cümbüş var camgüzelleri Elleri...

AYIN KARANLIK YÜZÜ

Toprağı kurutan kara bir ay var gecede Işığındaki hüzün sahte Çocukken görünen dede suratı Ahenkle mırıldanılan masallar Üstüne yüklenen anlamlar sahte   Yollar kesişmeden devam ediyor İlerlemek korkutmuyor Bırakmak istemsiz ve zoraki Bağımlılığın boğucu çekiciliğinde Uzaklaşmak teğetlerden Uzaklaşmak korkutuyor   Eller insanlığı bırakıyor İnsanlık bizleri Bizler sevmeyi, gülmeyi Gülmeyi kendi halinde Unuta unuta bırakıp uzaklaşıyoruz   Son nefesini verdin insanlık Güneş yanığı kapladı etrafımızı Oysa ağzından güneş yanığı değil Çiçeklerin kokusu çıkmalıydı Birkaç damla hayatla, ayakta     Soğuk, karanlık tünellerde Ay yüzünü gizliyor daha da Zamanından ötede ellerim Kuru dudaklardan dökülen Birkaç damla duayla ayakta Ayakta Zor duruyor   Yorgunluk, her insana bahşedilen Kırgın bela, kafa tutmak demek Boynundan en narin şekilde Asılmak demek, ardından Gölgeden kukla bulut Sen olmuş ...